07 Şubat ’13
- Kategori
- Magazin
Çağatay Ulusoy anne-baba evinde akşamları PTT yapıyor. Hepiniz bilirsiniz ptt ne demek. Pijama, terlik, televizyon. Eskiden yılbaşı akşamları televizyonun başına geçilirdi. Esprisiydi ptt.
Çağatay Ulusuy, Bebek’teki bekar evini kapatmış, Avcılar’daki annesinin yanına taşınmıştı. Geçtiğimiz pazartesi akşamı da oturmuştu annesinin sofrasına. Bir hafta geçmiş çabuk alışmıştı. Her akşam sevdiği yemeklerden yapıyordu annesi oğluna. O akşam da en sevdiği karnıyarık yapmıştı. Bütün aile eski günlerde olduğu gibi oturdular akşam yemeği sofrasına. Yüzler gülüyordu. Refiye Hanım oğlunu uzun uzun baktı; oğlum bundan sonra ne istersen ben yaparım, yeter ki, sen ye… Çağatay; “ Anne ellerine sağlık, özlemişim yemeklerini, yeter ki sen sağol. Daha çok yiyeceğim yemeklerini.” Dedi. Sofradan kalktılar.
Çağatay, rahat eşofmanlarını giymişti. Televizyonun karşısındaki koltuğa rahatça oturdu. Karadayı dizisi başlıyordu. Ve seyretmeğe başladı. Bu arada annesi çayları demlemişti. İkram etti oğluna. Çağatay sıcak çayını yudumluyor, tatlı tatlı gülümsüyordu. Bir hafta önce yaşadıklarını, o anları unutmuştu. Keyifliydi, huzurluydu. Cep telefonu çalıyordu ara ara. Cevap vermek istemiyordu. Karadayı dizinden kopmak da istemiyordu. Annesini arayanlara, sevenlerine, çok iyi olduğunu, bundan sonra onların sevğilerine daha da layık olacağını, iletmesini söyledi. Rafiye hanım tamam oğlum sen bak keyfine diye gülerek cevep verdi.
Karadayı, reklam arasına girmişti. Annesi cep telefonunu Çağatay’a uzattı. Arayan Ay yapım’ın patronu, Kerem Çatay beydi. “Alo, Çağatay, nasılsın oğlum. Keyfin nasıl ? var mı benden istediğin bi şey. Önümüzdeki günlerde çok güzel işler yapacağız seninle, ”Çağatay: Sağol abi, daha ne isteye birim ki. Arkamda olman yeter benim için. Çok teşekkür ederim abi. İyi akşamlar diliyorum. Görüşmek üzere” Dedi ve telefonu kapattı. İçine huzur dolmuştu. Feriha dizisi setlerindeki güzel günler geldi aklına. Gözleri parladı. Biraz da duygulandı.
Dizi bitmiş, gece yarısı olmuştu. Annesi Refiye hanım oğlunun yanına oturdu. Sıkıca sarıldı oğluna. ‘Canım, ciğerim, Çağatay’ım, bilsen neler yaşadım, 4 gün, 3 gece boyunca.’ Dedi. Yanaklarından öptü, öptü. Öylece kaç dakika kaldılar bilemiyorum. Çağatay ‘anne ben yatayım’ dedi. Yatak odasına geçti.
Başına yastığa koydu, ama hemen uyuyamadı. Sağa döndü, sola döndü. Nezarette geçirdiği kötü geceler geldi aklına. Ben ne yaptım, dedi. yaptığı, yapmadığı şeyler geçti aklından film şeridi gibi. Annesiyle yaptığı konuşmaları düşündü. Annesine verdiği sözleri bir defa daha tekrarladı fısıldayarak. “Başıma gelen bu son olaylar, aklımı başıma almam gerektirdiği konusunda bana ders oldu. Bundan sonra hayatımı dikkat edeceğim. Hatta arkadaşlarımı da yeniden gözden geçireceğim.” Kendisi çok seven izleyicilerini, fanlarını düşündü. Onlara gelecekteki başarıları ile af ettireceğini günleri düşündü. Öylece uyuya kaldı.
Annesi Refiye hanım sessizce kapıya açtı oğlunun uyuyup, uyumadığı bakmıştı. Uyuduğunu gördü, parmaklarının ucuna basarak yaklaştı. Saçlarını okşadı. Bir daha yanaklarından öptü. Şükür Allahıma diye mırıldandı. Sesizce odadan çıktı.
Not: Yukarıda okuduğunuz blog yazım, tamamen bir kurgu olup, Çağatay, fanları ve sevenlerinin hoşgörüsüne sığınarak, sürçü lisan ettiysem affola.
Sevgiler.
Abdurrahman Balcılar