İnsanoğlu yüzyıllardır dünyanın muhtelif yerlerinde yaşamış, hayatlarını sürdüre gelmişlerdir. Doğada kendilerine barınaklar aramış, bulamayanlar ise kendileri yapmışlardır. İlk insanlar kendilerine doğadan ve yırtıcı hayvanlardan korumak için olsa gerek ilk çağlarda mağaralarda yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bazıları da doğal mağara bulamayınca kendileri kazarak, yontarak mağaralar yapmışlardır.
Bugün doğa yürüyüşümü bahsedilen mağaralar bölgesine yaptım. Harika doğa manzaraları yeşillikler arasında yol aldım. Bölgemiz doğası itibariyle zeytin ağaçları ile kaplıdır. Her biri sapsarı çiçek açmışlar.
İlk mağaramız meyilli bir arazi üzerinde yer almaktadır. Girişi bir insan boyundan fazla 2 metre civarında, rahatlıkla başınızı
vurmadan girebiliyorsunuz. Zemin genişliği de 1.5 metre civarında bulunuyor. İçerisi karanlık, sadece kapıdan ışık aldığı için ilerisini göremiyorsunuz. Karanlık olunca haliyle ürkütücü oluyor. 2 – 2,5 metre kısım geniş bir sofa halinde, daha sonra düzgünce
kesilmiş taş kapı şeklinde. Elimde ışıldak olduğu için rahatlıkla içerisini görebiliyorum. Bu kapıdan geçtikten sonra üç metrelik bir derinlik göze çarpıyor.
Burası en az 5-6 kişinin barınabileceği bir yer. Sağ tarafa doğru dönülüyor. Yer toprak ama pek kalın örtü değil. Altı da kaya olmalı.
Bu geçitten sonra bir sağ tarafa , bir de sol taraf doğru mekan mevcut. İçeride başınızı vurmadan rahatlıkla yürüyebiliyorsunuz. Sağ taraftaki mekanın zemini biraz toprakla dolmuş. Bu nedenle yükseklik biraz daralmış.
Tavan da dik değil, oval şekilde oyulmuş. Bu kısımda iki kişi rahatlıkla yatabilir.
Sol tarafta büyük kaya parçaları var, bunlar üst tavandan mı düşmüş, ileriden mi sökülmüş pek belli değil. Son yıllarda defineciler altın aradıkları için, bu kayaları onlar da parçalamış olabilir.
Bu ilk mağaradan sonra karşımıza gene çok eski bir çeşme geliyor. Suyun aktığı taş oyma oluk, toprak ile kapanmış. Hemen sol üst
kısımda su içilen maşrapayı koymak için bir pencere açılmış. Suyun aktığı ahar kısmı toprak ile dolmuş olduğu için bu çeşme iptal olmuş. Hemen 5 metre alt kısma yeni bir çeşme yapılmış. Aynı kaynağın suyu bu çeşmeden akıyor.
Bu çeşmenin borusundan ağız dolusu su akıyor. Bu buz gibi sudan bir tas içiyoruz. Etrafta yabani naneler, yarpuz kokuları burnumuz gıdıklıyor adeta.
Hemen çeşmenin yan tarafında bulunan kavak ağacı da yaşlanmış. Gövdesinin bir kısmı çürümüştür.
Çeşme başından ayrılıyor, yukarı diğer mağaraya doğru yürüyoruz. Karşımıza gövdesinin bir kısmı elektrikli testere ile kesişmiş bir zeytin ağacı çıkıyor. Gövde çapı bir metreden fazla. Zeytin ağaçları neredeyse 900 yıl yaşarlarmış .
Bu yaşlı ağacın üst kısımdan kesilen yere doğru içi çürümüş. Üsten bakıldığında alta doğru derin bir oyuk. Yanımda bulunan Halil ağaya soruyorum. (Haili Sarı) . Bu yaşlı zeytin ağacının başına gelen hikayesini anlatıyor. Çeşmeye çok yakın olan bu zeytin ağacının üst çürük oyuk kısmından içerisine altın saklanmış. Hazineciler de bu altınları alabilmek için alttan bir gece testere ile gövdenin yarısını kesmişler. Altınları bulmuşlar mı? Bilmiyoruz. Bu yaşlı zeytin ağacının başına gelenler hazinecilerden.
Ağzı yarı örme telle kapalı olan diğer mağaraya geliyoruz. Bu tel neyin nesi derseniz, günümüzde çobanlar içeriye koyunlarını bırakırlar, ağzını da bu telle kapatırlarmış. Yarı açık yerden giriyorum.
Genişçe bir mekan, tavan da oldukça yüksek. Bir sola, bir de sağa doğru uzantıları var. Kayanın cinsi pek sert olmayan, ama kolayca da ufalanmayan cinsten.
Sol taraftaki kısım epeyce geniş. Taşlar kızıl kahve hal almış. Hangi maden yada taş cinsi olduğunu bilemiyorum.
Zemin de sert toprak, pek dolgu olduğunu zannetmiyorum.
Sağ taraftaki kısım kırılma ve dökülmelerle zemini biraz dolmuş gibi gözüküyor. Bu mağarada da yıllardır kimler kaldı, kimler yattı, kalktı. Şimdi de koyunlar kalıyor.
Buradan tekrar dönüşe geçiyoruz. Tekrar çeşme başına geliyoruz. Çeşmeden birer bardak daha su içiyoruz. Halil ağa da bir tas su içiyor, yorgunluğunu gidermek için.
Burada bir mağara ağzı daha görüyoruz. Burası gene hazineciler tarafından dinamit ile parlatılmış, ağzı kapanmış gibi gözüküyor.
Benim bu günkü doğa gezim, arkeolojik bir araştırma gezisi oldu. Yeşillikler arasında, temiz havayı içimize çekerek zeytinlikler arasında yürüdük.
Yeşil yapraklı, bir tarafı beyaz olan akça kavakların görüntüsü, hafif rüzgarla hışıltısı insanın içini ürpertiyordu. Temiz havada dolaşmak, yaşamak çok da güzel bir keyif. Böyle tarihle doğa iç içe olunca…
Saygılar, sevgiler.
Abdurrahman Balcılar
Twitter: abdurrahman balcılar@abbalcilar
Face : ab.balcilar@hotmail.com
Blog: milliyet.com.tr/cansever
Blog: balcilar-blog.com
Not: Fotoğraflar Aydın ili Germencik ilçesi Dağyeni Köyü sınırları içinde tarafımdan çekilmiştir.